Güneşin, her daim o bulutların ardından parlayacağını bildiğim gibi, senin bir yerlerde gülümsediği bilmekte benim yaşama sevincim...

16 Mart 2014 Pazar

Günaydın

Günaydın demekle gün aydınlanıyormu,
Gülümseyebiliyosun diye hiç derdin olmuyomu?

Sen gülümsedin diye günü aydınlananların prensesi olmuyomusun,
Adın mavi mi olsun; bizim gördüğümüz engin gökyüzü ama aslı sonsuz evren olmuyomusun,
Adın kahverengi mi olsun; toprak gibi ana, ruhların renk bulduğu göz bebekleri kadar ilk ve tek.
Adın kırmızı mı olsun; damarlarında akan asil kanın kadar sıcak ve gerçek...

11 Mart 2014 Salı

Sonların Getirdiği İlkler

Gömdüm seni en derinlere.
Son nefesini vermedin sanma,
Bana sevgi sözcükleri demedikten sonra.

Gözlerini kendi ellerimle kapattım,
Bakışlarında sana olan sevdamı göremediğim gözlerine,
Nasıl bakarım sorarım sana.

Sana en başından demedim mi?
Hiç bir işini yarım bırakma.
Neden beni bıraktın paramparça...

Gelme demedim mi en başından,
Çocuk yüreğime laf geçiremem diye.
Geldin sormadın ama giderken,
Giderken merak etmedin mi bu sessizlik nedendir.

Sustuğumu duymadın mı,
Konuşamadığımı görmedin mi,
Soğuğu hissetmedin mi bin parçamdan.

Kilitledim herşeyi,
Yüzmesini bilmediğim okyanuslara bıraktım.

Teslim oldum kimsesizliğe.
Huzur buldum sonunda,
Her şeyin sonunda, huzurun başlangıcını buldum...


Posted via Blogaway

28 Şubat 2014 Cuma

Nergis Sözü

Nergisler gidecek yer bulamadığında -aynı yürek burkan bir, o birtek kelime gibi- koparılmış onu besleyen damarlarından beklerken saf beyazlığını kaybedip sararıp solmayı..işte bu zamana kadar bende sararıp solmayı bekledim tek başıma. Her yanım rengarenkti kimi zaman, kimi zamanda bir tek ufuk çizgisine bakan gözlerim.
  Umutsuz olmadım hiçbir zaman, ama korkuyordum, sende sararıp solacaksında diye; senin hepsinden herşeyden güzel kokunu derin derin bir daha içime çekemiyeceğimm diye, ufuk çizgisini -yer ile göğü- birbirine bağlayacak upuzun saçların olmayacak diye, ne de bembeyaz gülümseyişinle bir daha içime huzur dolmayacak diye korkarım bahar yüzlü prenses.
Mevsimler değişse bile, gün geceye tutsak olsa bile herşeyi sende güzel bildim ve bunu böyle hatırlıyacağım ve sözümdür ki asla unutmayacağım.


Posted via Blogaway

21 Şubat 2014 Cuma

End 2…




Zamanın işlemediği, mekânın umursanmadığı, kişilerin sadece birer hikayeden ibaret olduğunu düşün şimdi. Hayallerimiz planlamak için değil yaşamak için, umutlarımızı geleceğe aktarmıyoruz düşünüyor ve gerçekleşene kadar kovalıyoruz peşinden, geçmişini o minik gülümseyişle uğurluyorsun; unutun demedim katiyen, unutmak ertelemektir, ne kadar çok ertelerseniz bir gün o kadar acı çekersiniz değil mi? Bundandır ki alıp başını gitmeyi bileceksin zamanı gelince de bir daha dimdik ayakta durmayı öğrenebilesin. Bizler her gün yeni bir sayfa ekliyoruz her gün bir yaprak daha eskitiyoruz, tabi ki her gün yenisini ekliyoruz ama her kitap gibi bir sonumuz var. Kitapların sonundan nefret ederim çünkü bir macera, bir hikaye daha bitmiştir iyi veya kötü… Benim kitabımın son sayfasına; hikayelerini yaşadı, sevdiklerini anlattı, sevmediklerine ağladı ve bir gün son yaprağını da imzaladı ve hikayesini bitirdi.. İşte bütün mesele de bu ya hepimiz birer hikayeden ibaretiz, önemli olan bunun iyi bir tane olmasını sağlamak.
Evvel zaman da sayfalarımın birinde bembeyaz bir çiçek açtı, güzel kokusu seni hatırlatan; evet evet o küçücük gülümsemen beni hipnotize eden, ilk defa bir çiçek yaprağı görmüştü sayfalarım da nasıl geçmişime ve geleceğime bütün hayatıma işlemişti tertemiz kokun, biricik gülüşün. Ve en büyük hayalim, parlak yıldızım - güneş denilen o yıldızı senin yanında sönük kaldığı için teselli etmek zorunda kaldım bilmezsin – senin kollarında; koklayarak öpmek bir gün, ardından neşe içinde son yaprağımı bile imzalayabilirim… 


1 Şubat 2014 Cumartesi



End 1…


Çok küçük müydüm, dededen toruna toplanıp bir tam da Şahmeranın hikâyesini dinlediğimde hatırlamıyorum. Dinlerken korktum ama bir gün bende bu masalı küçüklerime anlatacaktım, korku bu yüzden ikinci plandaydı. Küçüklerime anlatmak, geleceğe söz vermek… Geleceğe verdiğimiz sözlerin hangisini tutabildik, hem neden vermiştik ki o sözleri. Her geçen gün ne kadar da soldurduk bugünleri sadece geleceğe renkli gözlerle bakarken. Bugünümüzü soldurduk ama yarınlarımızın renkli olmasını bekledik, bugün soluk almayı bıraksak nasıl yarın yaşarız hiç düşünmedik.
Dedem hikâyelerle besledi bizi, büyüdükçe hikâyeler daha uzadı, içine giren malzemeler artıyordu; arık saf mutlu sonlar azalıyordu, o mutlu sonlar için insanların ne çabalar harcadığını da biliyorduk artık ve anladık ki artık masalları değil gerçek dünyanın sesleriydi bu kulaklarımıza çalınanlar.
Aşık amcalarımız vardı, bağlamasını çalar deyişlerini söylerlerdi. Halk türkülerinde aşkın en ulaşılmazını, en yücesini, en vefasızını.. yani aşkın her gününü dinledik. Bağlamasını her tıngırdatışında “aşk nefes almaktır” diye anlardık. Bir gün nefesimizi kesecek olanı aramadık, nefesimiz kesildiğinde hakkın aşkını bulacağımız öğretildi. Her gün nefes almaya devam etmek için bizi aşkından mest edecek olanı aradık.
İşte bu yüzden her yerde aşkı arayışım, umutlarıma tutunup bunları bu küçücük harflerle anlatışım. Bir gün, gelecek bir gün daha renkli olsun diye saklanan bütün anılarımız, bütün o renklerle bezeli yaşanmışlıklarımız, bir gözyaşı kadar sona yaklaştıklarımız, bir tebessümdeki başlangıçlarımız. Bir gün bizde masallar anlatacağız, ilk önce duyduklarımız, okuduklarımız. Ama asıl önemlisi yaşadıklarımız. Çünkü hepimiz birer hikayeyiz ve asıl olay ne kadar güzel bir son yazabildiğimiz kendimiz için…
 

26 Ocak 2014 Pazar

Yağmurlu bir kentte, insanların yüz yüze gelmeden sohbet etmeyi tercih ettikleri bir devirde..
Dağların yeşiline, ırmakların mavisine ihtiyaç duyan insanlarız sadece bir avuç. Hayal gücümüz son umudumuz; bütün grilikleri gökkuşağına, bütün betondan yapıları alaçuha dönüştüren. Eskiden insanlar birbirlerinin gözünün içine utandıklarında veya korktuklarında bakamazlarmış ya işte o zamanları özlemle anar olduk; o zamanlar âşıklar aşklarını ifşa edemez de utançlarına sevdiklerinin gözünün içine bakamazmış. Korku dediğime de bakmayın, büyüğümüze saygıdan gözüne dik dik bakamazdık biz. Babalarımız bizim hiçbir olamayacağımız kadar güçlü insanlar, daha yeni yeni bunun boyutlarını idrak edebiliyoruz belki; herkesin içinde “eve ağlayarak gelme, seni şikâyete gelsinler!!“ derdi ama sonra eğilip usulca “hiçbir canlıyı incitme yavrum..” derlerdi. Bazı haylazlar gece geç yatar da annelerini üzerdi. Evdeki herkes yatar da onun işi bitmezdi, anneydi o kadındı… “Erkek dediğin mutfakta değil harmanda boy gösterir” dendi ama biz dinlemedik; belki yardım ettik, belki daha beter ettik ama hiçbir zaman yanında olmaktan vazgeçmedik cennet ayakları altında olandan; anadan, bacıdan. Yemek edep erkân yeridir, ailenin hep beraber oturup yemek yemesidir; kıymetini tek kişilik sofralarda ne ekmeğin ne balın ne kaymağın tadını bulamayınca öğrendik. Dost, arkadaş çok yoktu bizde, en iyisine kardeşim der, omuz omuza sırtlanırdık her şeyi. “Senin yerin ayrı” denmezdi bizde; kendimize bir yer bulabildiysek bu dünyada sıkışır buyur ederdik kardeşimizi de yanımıza.
Büyüdük sandık, her geçen tik-tak da güzel günlere dönmek istedik belki, ama bizi bir sonraki tik-tak için cesaretlendiren kardeşlerimize teşekkürler ve sevdalarımıza; onları unuttum sanmayın. Sadece basit bir durumdu bizimkisi değil mi kardeşlerim? Biz aşkı, sevdayı düşünmedik, üzerine binlerce yorum yapmadık; sevdik biz, sevdalandık…